Çanakkale Savaşları'nda Sağlık Hizmetleri
Kızılay araçlarıyla sahra hastanelerine yaralılar taşınırken
ÇANAKKALE SAVAŞLARI'NDA SAĞLIK HİZMETLERİ
Giriş
Avusturya – Macaristan veliahdı Arşidük Ferdinand’ın Gavrilo Princip isimli bir Sırp tarafından öldürülmesi ve Avusturya – Sırbistan arasında başlayan husumet sebebiyle başlayan Birinci Dünya Savaşı, birçok devletin yer aldığı ve kanlı sahnelerin yaşandığı bir savaş olmuştur. Osmanlı Devleti ise 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile ittifak imzalayarak bu kutuplaşmada yerini almıştır. İttifakta "Rusya ile savaş söz konusu olursa Osmanlı savaşa fiilen girecek" maddesi yer almışsa da ittifakın imzalandığı gün Osmanlı Devleti seferberlik ilan etmiştir. Seferberlik için 3 gün içerisinde 20 – 45 yaş arası erkeklerin askerlik şubelerine başvurmaları gerekti ve yoğunluk sebebiyle asker alımları haftalar sürdü. Bu süreç içerisinde iki Alman gemisi olan Goeben ve Breslau, Akdeniz’de İngilizlerden kaçarken Osmanlı’ya sığındılar. Osmanlı bu gemileri satın aldığını söylemiş olsa da bu olay fiili savaşa girme durumunu hızlandırmış görülmektedir. Diplomatik karışıklıklar, Goeben ve Breslau ile birlikte gelen Amiral Souchon’un Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalaması gibi durumlar İtilaf grubunun 3 Kasım 1914 tarihinde Çanakkale’yi bombalamasına sebep oldu. Bu tarihten sonra ise Osmanlı Devleti 11 Kasım’da İtilaf Devletlerine savaş ilan etmiş ve 23 Kasım’da da Cihad-ı Ekber ilan ederek savaşa fiilen dâhil olduğunu belirtmiştir.
Payitahta giden yolda bulunması, kolay geçilebileceği ve Osmanlı’yı savaş dışı edebileceği, Rusya’ya denizlerden yardım götürülebileceği düşünceleri sebebiyle Çanakkale önemli bir üs olarak görülmüş ve ilk saldırı planları hazırlanmıştı. Osmanlı Devleti ise; bu süreçte Çanakkale Boğazını can pahasına koruması gerektiğinin farkında olarak savaş hazırlıklarına başlamıştır. 19 Şubat Boğaz Muharebesi ile başlayan Çanakkale Muharebeleri süreci 18 Mart 1915 tarihine kadar denizden devam etmiş, 25 Nisan 1915 tarihinde Kara Muharebelerinin de başlamasıyla amfibi bir harekâta dönüşmüştür. 9 Ocak 1916 tarihine kadar yaklaşık 11 ay süren Muharebeler sonucunda istediklerini elde edemeyen İtilaf Devletleri kuvvetleri geri çekilmiştir ve Birinci Dünya Savaşı içerisinde yer alan Çanakkale Muharebeleri böylelikle sonlanmıştır.
Osmanlı Ordusu’nun Savaş Öncesi Sağlık Hizmetleri
Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı öncesinde savaştığı Trablusgarp Savaşı’ndaki sağlık hizmetlerine bakılacak olursa, buradaki en önemli sıkıntının hekim yetersizliği olduğu görülür. İhtiyaç duyulan 299 hekim, Hilal-i Ahmer tarafından 20 – 30 altın karşılığı gönderilmiş. Sonrasındaki Balkan Savaşları’nda ise; sağlık personeli, sıhhi araç – gereç, teçhizat yetersiz kalmış, seferberlik iyi planlanamamıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde sağlık hizmetlerinde birtakım aksaklıklar yaşanmış olsa da Mekteb-i Tıbbiye, eğitimlerine devam etmiş ve eğitimleri tamamlanan askeri hekimler, askeri birliklerdeki vazifelerine gönderilmişlerdir. Bu süreçte sağlık hizmetlerinde ıslah çalışmaları başlamış, Harbiye Nezareti Sıhhiye Dairesi Başkanlığı’na Süleyman Numan Bey getirilmiştir. Islah çalışmaları için ayrıca Almanya’dan 24 Aralık 1913’te bir heyet getirilmiş ve bu heyette bulunan Doktor Albay Mayer, Süleyman Numan Bey’in yanına müşavir olarak atanmıştır. Islah çalışmaları kapsamında yapılan ilk iş, artık iş göremez duruma gelen doktorların terhis edilmesidir ve bunların yerine genç, dinamik ve yetenekli subaylar tayin edilmiştir. Sıhhiye Dairesi böylelikle güçlü bir sağlık ekibi oluşturmaya başlayarak yeni bir yapılanma sürecine girmiştir. Bu süreçte sağlık hizmetlerinde görülen en önemli değişiklik sıhhi teşekkül ve hizmetlerin emir komutasının hekim subaylara verilmiş olmasıdır. Böylelikle işi ehline vermekle kalmayıp, kararların hızlı alınmasını ve hızlı bir şekilde uygulanarak görülen hataların ve eksiklerin giderilmesi sağlanmıştır.
Osmanlı ordusu içerisindeki sağlık personelleri içerisinde; Ordu Baştabibi, Kolordu Baştabibi, Tümen, Alay, Tabur tabip ve baştabipler bulunmakta, Sahra Sıhhiye Müfettişi Umumisi ise silahlı kuvvetlerin sağlık teşkilatı başında yer almaktadır. Sağlık Personelleri içerisinde doktorların yanı sıra hastabakıcılar, sıhhiye çavuşları, sıhhiye erleri ve tezkereci erler(1) de hizmet veriyordu. Ordunun sağlık lojistiği eczaneler aracılığı ile yürütülüyor, tıbbi ilaç, pansuman malzemeleri gibi ihtiyaçlar Sıhhiye Dairesi İkinci Başkanlığı’ndan talep ediliyordu. Talepleri karşılamak konusunda yetersiz kalındığı durumlarda halktan ellerinde bulunan yatak, çarşaf, çorap vb. askerilerin işine yarayabilecek şeyler isteniyor ve eksiklikler giderilmeye çalışılıyordu. Bu talep mektupları;
“Mecrûhlarımızın istirâhatlerini te’minen Hilâl-i Ahmer teskilatı bi'l-icrâ ahaliden iki yüz yatak cem‘ ve münasib hâneler tahliye edilerek hastahâne tesisi ve mecrûhîn için bes yüz kâse tedârik ve çorba tevzî‘ edildiği ve mevcud gayr-ı kâfî geldiği beyânıyla bir an evvel doktor ve pansumancı ve Hilâl-i Ahmer'den bir subenin i‘zâmı ve mecrûhîni Gelibolu ve Biga'da tesis olunacak hastahânelere nakil için Sirket-i Hayriye vapurlarından daha iki tanesinin tahsisi esbâbının istikmâli Eceabad Kaymakamlığı'ndan ehemmiyetle taleb olunduğu ma‘rûzdur.”şeklinde yazılarak gerekli kurum ve kuruluşlara gönderilmiştir. Sıhhi yapılanma sürecinde dikkat edilen bir diğer konu ise askeri hastanelerdir. Bu süreçte hastaneler de düzenlenmiş, 47 hastaneye 13.450 yatak sayısı hedeflenmiştir. Hekim kadroları ise her 50 yatağa bir hekim olacak şekilde düzenlenmiştir.
Çanakkale Muharebeleri Sırasında Sağlık Hizmetleri
Çanakkale Muharebelerinin başladığı ilk dönemden itibaren askerler yaralanmış ya da şehit olmuşlardır. Fakat ilk taarruzların yapıldığı dönemlerde bu sayı oldukça azdır. 25 Nisan 1915’te Kara muharebelerinin de başlamasıyla yaralı ve şehit sayıları artmaya başlamış, bu sebeple başta yeterli görülen sağlık hizmetleri yetmemeye başlamıştır. Cephede bir asker yaralandığında yapılan ilk müdahale, eğer asker kendinde ve durumu ağır değilse askerin bizzat kendisi tarafından gerçekleşirdi. Asker üniformaları üzerine dikili bir şekilde olan “Harp Paketleri” ni kullanarak askerler öncelikle kendi tedavilerini kendileri uyguluyor ya da oradaki diğer asker bunu yapıyordu. Fakat yaralı asker bunu yapacak güçte değilse ve durum da buna elvermiyorsa tezkereci askerler aracılığı ile ateş hattından çıkarılarak kıta sargı yerlerine götürülürlerdi. Kıta sargı yerleri ilk müdahaleyi yapar, yarası ağır olan yaralıları ise Araba durak yerlerine göndererek, büyük sargı yerlerine sevk ederlerdi. Daha ağır yaralılar burada tedavi edilir ya da Tümen Sıhhiye Bölüklerine sevk edilirdi. Buralarda tedaviler ve hatta ameliyatlar yapılırdı. Yatak sayısının yeterli olmadığı durumlarda yararlılar ve hastalar seyyar hastanelere veya menzil hastanelerine gönderiliyor, bir kısmı da memleket hastanelerine sevk ediliyorlardı.
Çanakkale’de yaralanan askerler; Tekirdağ, Bandırma, Gelibolu, Çanakkale merkez ve özellikle de İstanbul hastanelerine gönderiliyorlardı. 1890’larda Liman Bayırı mevkiinde inşa edilen ve Çanakkale savaşlarında da kullanılan Merkez Hastanesi bu süre zarfında “Ağır yaralılar hastanesi” olarak hizmet veren hastanelerden biridir. Savaşlar sırasında aynı gün içerisinde iki kez bombalanmış olsa da hizmet vermeye devam eden hastane, muharebeler boyunca hizmet vermeye devam etmiştir. Hizmet veren bir diğer hastane ise; Gelibolu’da Hilal-i Ahmer tarafından inşa edilen Gelibolu Hilal-i Ahmer Hastanesidir. 200 yatak kapasiteli hastane Doktor Talha Yusuf Bey himayesinde 19 Nisan’da açılarak hizmet vermeye başlamış, fakat savaşın şiddetlenmesi ve itilaf kuvvetlerinin bombardımanları sebebiyle 8 Mayıs’ta Şarköy’e taşınmıştır. Hastane, savaş şartları sebebiyle Şarköy’e taşındıktan sonra yatak kapasitesi ve doktor sayısında da bir artış görülmüştür. Bu süreçte şiddetlenen muharebeler sebebiyle her gün yaralı sayıları daha da artmıştır. Nakil sırasında yaşanan sıkıntılar, hastane gemilerinin güvenliği sıkıntılarının baş göstermesi sebebiyle Hastane Tekirdağ’a nakledilmiş ve Aralık ayı sonuna kadar burada hizmet vermiştir. Gelibolu, Şarköy ve Tekirdağ olmak üzere toplamda 8 ay hizmet veren hastanede 1792 hastaya hizmet verilmiştir.
Çanakkale Savaşlarında hastaneler dediğimizde değinmememiz gereken bir konu da savaş hukukuna aykırı olduğu halde hastanelerin bombalanması meselesidir. Sadece hastaneler değil, hasta nakil gemileri ve Hilal-i Ahmer çadırları da bombalanmıştır. Bu konuda Osmanlı devleti hariciye nazırlığı ile Osmanlı başkumandanlığı vekâleti arasında yazışmalar yapılmışsa da bir sonuç alınamamıştır.
Cephedeki doktorlar genellikle yetersiz kalıyordu. Bu sebeple yaralılara eksik tedavi uygulamak zorunda kalınıyordu. En çok gereken morfindi ve genelde yetersiz kalıyordu. Yaralı çok acı çekiyorsa morfin veriliyordu. Böyle bir ortamda genelde yaralar iltihaplanıyordu. Yarayı temizlemeye büyük önem veriliyordu, giysiler yaraya yapışıyor ve bunları ayıklamak zor ve acı verici oluyordu. Doktorlar yaradaki yabancı maddeleri temizlemek için borik asit, merhem ve vazelin gibi materyaller kullanıyorlardı. Yaralıdaki kurşunu çıkarmamak sahra hastanelerinde ya da sargı yerlerinde en önemli kuraldı.
Yaralanmalar dışında yapılan diğer önemli tedaviler ise; şok tedavisiydi. Bu tedavi yaralı bir asker için ölüm demekti. Şoka girmesini önlemek amacıyla Morfin, atropin ile birlikte verilirdi. Tansiyonunun düşmesini önlemek için ise yaralıya damardan tuzlu su verilirdi.(2) Doktorlar enfeksiyon risklerinin çok olması sebebiyle ameliyat kararlarını çok zor alıyorlardı ve ameliyat yapmak için de beyaz önlük giyip ellerinde sterilize havluları hazır bulunduruyorlardı. Temizlik her şeyden önemliydi. Her zaman kaynatılmış su hazırda bulunduruluyordu. Ameliyatlarda anestezi maddesi olarak en çok kloroform(3) kullanılır, iltihaplanmış yaralarda ise yaralı eterle bayıltılırdı. Kurşunun çıkarılması, şarapnellerin temizlenmesi gibi yüzeysel yaralarda bölgesel olarak antiseptik ve adrenalin uygulanır, durum daha ciddi ise morfin ve scopolamine(4) kullanılırdı.
Muharebeler süresince askerler en çok bomba, şarapnel ve mermi sebepleriyle yaralar almış, süngü yaralarına çok az rastlanmıştır. Vücutlarında oluşan yanıklar ise topçu ateşlerinin düştüğü noktalarda çıkan yangınlar sebebiyle oluşmuştur. Askerlerin yara aldıkları yerler genellikle kafa, göğüs, kol ve bacaklar olmuştur. Kafa yaralanmalarında şarapnel ya da kurşun kafatasına çarptığı için, hasar daha az oluyordu ve hasta karın ve göğüs yaralanmalarından daha hızlı iyileşebiliyordu. Karın ve göğüs yaralarında kurşun yumuşak dokuya gömülüyor ve ciddi hasar veriyordu. Kafa yaralanmalarının en önemli sebebi periskoplardı. Periskoplar sebebiyle çoğu kez gözlerini kaybedebiliyorlardı. Savaş alanlarında göz ameliyatı yapılamıyor, donanma hastanelerine hastalar gönderiliyordu.
Göğüs yaralanmalarında yarayı açmak ya da temizlemek daha tehlikeli olacağından hastalar kendi hallerine bırakılır veya donanma hastanesine gönderilirdi. Savaş alanında bu şekilde yaralanan hastaya yapılan tek müdahale, eğer yaranın iltihaplanma durumu varsa, drenaj(5) yapmaktır. Kendi haline bırakılan hastalar iç kanamadan ya da şoktan dolayı ölüyorlardı. Donanma hastanelerine gönderilen yaralılara şoka girmelerini önlemek amacıyla morfin ve atropin yapılıyordu.
Yaralanmalar içerisinde en çok ölüme sebep olan karın yaralanmaları olmuştur. Karın yaralanması sebebiyle gelen hastaların ameliyatlarında karınlarına drenaj tüpü takılarak hasta yatar bir şekilde tutuluyordu ve ağrısını azaltmak amacıyla morfin veriliyordu. Fakat çoğu hasta kendi hallerine bırakılsalar ya da ameliyat edilseler bile dayanamayıp ölüyordu.
Kol ve Bacak kesilmeleri, ameliyatına en zor karar verilenlerdir. Ameliyata alınan hastalara önce morfin verilir, sonra da şoka girmesini önlemek amacıyla tuzlu su verilirdi.(6) Sonrasında dairesel ya da zikzak şeklinde hareket eden bir aletle kesme işlemi yapılır, işlem sonrasında dokular dikişle kapatılırdı. Bu zorlu ameliyatların en kötü sonuçlarından biri kangrendi. Doktor Mayo – Robson antiseptik yıkama ve dikkatli bir şekilde drenaj uygulamasıyla bunun önüne geçmiştir. Fakat farklı bir kangren türü olan gazlı kangren durumunda ölü dokular tamamen kesilip atılmak zorunda kalınıyordu. Gazlı kangren; yaranın havayla yeterince temas etmemesi nedeniyle meydana gelen bir türdür. Enfeksiyon çok kısa sürede dokulara yayılır ve tüm dokuların ölmesine sebep olur. Gazlı kangrenin diğer sebepleri ise; çok sıkı bandaj yapmak, bandajın sık değiştirilmemesi ya da yaranın iyi temizlenmeyip ödemin boşaltılmamasıdır. Kol ve bacak kesilmeleri konusunda Doktor Sabit Erduran genç bir zabit namzedi olan Asım Efendi hakkında; “Koluna isabet eden bir mermi boydan boya kemiklerini parçalamış, ameliyattan uyanıp da enfeksiyondan dolayı kesilen kolunu gördüğünde ‘Ben milletime bir daha nasıl askerlik edeceğim’ demesi içimizde ne derin bir üzüntü uyandırdı.” diyerek bu işlemin ne kadar zorlu ve üzücü olduğunu belirtmiştir.
Yaralanmaların dışında sağlık hizmetlerinin ilgilendiği bir diğer durum ise salgın hastalıklardı. Cephede siperler birbirine yakın kazılıyor, siperde kalan cesetler, kan, pislik, sinekler ve bit hastalıkların oluşmasına ve kolayca yayılmasına sebep oluyordu. Salgınları önlemek ya da hastaları iyileştirmek de doktorlara kalıyordu. Sıkça görülen salgın hastalıkların başında sıtma geliyordu. Sineklerden dolayı ortaya çıkan sıtmayı önlemek için sineklikler kullanılmış, askerlerin vücutları çeşitli vasıtalarla örtülü tutulmuşsa da bunu önlemek kolay olmamıştır. Anadolu yakası 15. Kolordu birliklerinde sıkça görülen sıtmanın önlenmesi ve tedavisi için 6 adet Seyyar Bakteriyoloji Sandığı ve Kalvert Çiftliği’nde bir laboratuvar faaliyete geçmiştir. Bu konuda Doktor Mayer tüm gücüyle çabalamışsa da 116.985 vaka meydana gelmiş ve bunlardan 6661’i ölmüştür. Sinekleri kaçırma yöntemi olarak Doktor Mayer, ateş yakmıştır. Sinekler konusunda rahatsız olanlar sadece Türkler değil, İtilaf kuvvetleri de bundan rahatsız olmuşlar ve bu rahatsızlığını Kraliyet Sahra Topçu Birlikleri’nde görev yapan Topçu Dudley Meneaud-Lissenburg; “Milyonlarca sineğin istilasına uğradık. Bu sevimsiz haşerattan kurtulmanın hiçbir yolu yok. Her yere üşüşüyorlardı. Yemek ve içmek gerçek bir kâbustu ve ne kadar aç olursam olayım, kuş üzümü ve kurutulmuş meyve ile karıştırılan pirinç lapasından uzak dururdum. Kuş üzümünü sinekten ayırt etmek zordu.” Şeklinde anılarında yazmıştır. 19 Mayıs 1915 tarihinde yapılan gece taarruzunda birçok zayiatın verilmesi ve Türk ya da itilaf kuvvetlerinden olmak üzere birçok askerin cesedinin orada bulunması, ısınan hava sebebiyle ölülerin kokması ise sineklerin gelmesi konusunda önemli bir olaydı. Öyle ki kokuya ve sineklere dayanamayan her iki tarafın da komutanları 23 Mayıs’ta bir ateşkes imzalamışlar ve 24 Mayıs’ta 9 saat süre ile bu ateşkesi uygulayarak ölü ve yaralılarını ateş hattından alarak bu sorunu çözmüşlerdir.
Savaş alanlarında rahatsız olunan ve hastalık saçan diğer haşerat ise şüphesiz bitlerdi. Bitler vasıtası ile yayılan tifüs, askerler için önemli bir tehdit oluşturabilecek unsurlardı. Nitekim savaş sürecinde 149 kişi tifüse yakalanmış, bunlardan 36’sı da ölmüştür. Bitlerle savaş ve büyük bir salgın halini almaması için her tümen sıhhiye bölüklerinin hamam ve mutfak yakınlarında su kuyuları bulundurmuşlardır. Kuyuların dışında Uzunköprü – Keşan – Gelibolu menzil yolu üzerinde 3 seyyar etüv(7) ve bir menzil temizleme istasyonu açılarak yeni gelen erlerin temizlenmesine başlanmıştır. Etüvler birliklere de verilmiş fakat yeterli olmamıştır. Bu sebeple kıyafetler veya eşyalar sahra fırınlarından geçirilerek temizlik işlemleri yapılmıştır. Böylelikle tifüs, salgın halini alamadan önlenmiştir.
Çanakkale’de karşılaşılan diğer bir hastalık ise iskorbüttür. İskorbüt; c vitamini eksikliğinde görülen, diş etlerinde şişkinlik ve kanamalar şeklinde kendini belli eden bir hastalıktır. Askerlerin özellikle soğuk havalarda yetersiz beslenmeleri sebebiyle ortaya çıkmış bir hastalıktır ve Doktor Mayer, bol yeşillik ve salata tüketimi ile tedavi edileceğini söylemiştir.(23) Özellikle ‘kuzukulağı’ bitkisinin tüketimi ile tedbir alınabilir. Cephede bin vakaya ulaşan bir iskorbüt salgını görülmüş fakat önlenmiştir.
İshal ise siperlerin rutubetli ve ıslak oluşu sebebiyle askerlerde ortaya çıkan bir hastalıktır. Beşinci Ordu Genelkurmay Başkanlığı, bu konuda 26 Ağustos’ta Sahra Sıhhiye Genel Müfettişliğine bir telgraf ile Kuzey ve Güney gruplarında çok fazla dizanterili ve ishalli askerin bulunduğunu belirtmiştir. Bu hastalığın önüne geçmenin cephede mümkün olmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü savaş döneminde askerlerin siperler dışında bir yere gitmesi ya da siperlerin rutubetsiz olması mümkün görülmemektedir.
Kirli gıdaların ve tüketilen suyun yeterince temiz olmamasından kaynaklanan ve bir bağırsak hastalığı olan dizanteri, sindirim sistemini etkileyen bir hastalıktır. Ağustos sonlarında 500’e ulaşan vaka sayısı mevcuttur. Bu konuda Doktor Mayer, hastalığa yakalanan askerlere killi toprak yedirerek salgını önlemeyi başarmıştır. Killi toprak yemek konusunda Süleyman Numan Bey’in imzasıyla yayınlanan bir ilaç listesinde; “Ta’kim edilmiş 500 gram beyaz kil her nevi bağırsak hastalıklarında kullanılır. Bunun için dörtte bir miktarında su içine 4 - 5 yemek kaşığı kil konulur, suyun dibine çökmesi beklenir, daha sonra karıştırılırsa meydana gelen sıvıdan her yarım saatte bir iki yemek kaşığı içirilir.”(24) Şeklinde ifadeleri yer almaktadır.
Çanakkale’de mikroplarla ve salgın hastalıklarla baş etmek askerler için de doktorlar için de zor olmuştur. Askerler savaşmak konumunda ve doktorlar iyileştirmek konumunda olduğu düşünülürse hastalıklarla savaş konusunda en büyük savaş doktorlara düşüyordu. Fakat hastalığı önlemek, bulunulan ortamı sterilize etmek ve kişisel eşyaları mikroplardan arındırmak da son derece önemliydi. Bu konuda daha önce bahsedilen etüvlerden de yararlanılmış, yeterli olmadığı düşünülerek fırınlar da kullanılmıştır. Tüm bu işlemlerin yapıldığı, askerlerin daha cepheye ulaşmadan herhangi bir hastalığı olup olmadığının kontrol edildiği tahaffuzhane denilen temizlik ve aşılama kurumları bulunmaktadır. Tahaffuzhaneler; askerlerin ilk alımlarında birliklere katılmalarından önce yanaşık düzen eğitimlerinin verildiği, beden, elbise ve kullandıkları eşyaların temizliği konusunda ve bulaşıcı hastalık kontrollerinin yapıldığı kuruluşlardı. Ayrıca askerlere belirli süre aralıklarında düzenli bir şekilde kolera, tifo, dizanteri ve çiçek hastalıklarına karşı düzenli bir şekilde aşı yapılmıştır. Bu sebeple Sahra sıhhiye dairesinden 15 kilo kolera, 20 bin kişilik çiçek ve 60 adet tetanos aşısı istenmiş ve bunlar cepheye ulaştırılmışlardır.
Cephede sterilize ve temizlik konusunda en önemli madde olan su, tanklar içerisinde korunarak cepheye getirilmiş ve böylelikle kullanılmıştır. Fakat kışın gelmesiyle tanklar içerisindeki sular donmuş ve askerler su ihtiyaçlarını karşılayamamışlardır. Nitekim bu dönemde İtilaf devletleri komutanı General Ian Hamilton, başarısızlıkları sebebiyle görevinden alınmış ve yerine Charles Monroe tayin edilmiştir. Charles Monroe ise; tahliye düşüncesinde olan bir komutandır ve savaşın bu son sürecinde boğazların tekrar zorlanması, Churchill’in bunu desteklemesi gibi durumlar yaşansa da İngiliz Hükümeti Arıburnu ve Anafarta bölgesinin tahliye edilmesi kararını almışlardır. 12 Aralık 1915 tarihinde başlayan tahliye hareketinde öncelikle hasta, yaralı ve esirler tahliye edilmiş, sonrasında 40 bin kişi ile birlikte malzemelerin büyük bir kısmı geri çekilmiştir. 19 – 20 Aralık 1915 gecesi Arıburnu – Anafarta bölgesi tamamen boşaltılmıştır. Yarımadanın güney bölgesi ise 9 Ocak 1916 tarihinde boşaltılarak Çanakkale Muharebeleri ve sıhhiye konusundaki sıkıntılar da son bulmuştur.
Sonuç
Çanakkale Muharebeleri hem cephede hem de cephe gerisinde zorlu ve yıpratıcı bir süreç olmuştur. Bu süre zarfında komutanlar ve erler kadar sağlık görevlileri ve gönüllüleri de savaşa dâhil olmuş ve yaralı, hasta insanları iyileştirmek için büyük bir savaş vermişlerdir. Savaşta karşılaştıkları tek konu askerlerin yapılan çarpışmalar sonucu yaralanmaları değil, aynı zamanda onların hastalıkları, salgınlar, ruhsal ve psikolojik durumları da olmuştur. Yaralanmalar konusunda yapabileceklerinin en iyisini yapmaya çalışmış, tüm yetersizliklere rağmen ameliyatlara kadar ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Savaşlar süresince yapılan muharebelerde 66.262 şehit, 97.916 yaralı ve 2000 esir olmak üzere toplamda 166.178 zayiat verilmiştir ve bu sayının daha fazla olmamasını doktorlara borçluyuz.
Muharebeler içerisinde tifüs, kolera, dizanteri, ishal ve sıtma gibi birçok bulaşıcı hastalık görülmüşse de en çok görülen hastalık sıtma olmuştur. Hastalıklarla baş etme konusunda doktorlar tüm gayretleriyle çalışmışlar, daha fazla yayılmadan önlemeyi başarmışlardır. Sinekler ve bitler konusunda ateş yakılması, etüvler, askerlerin aşılanmaları, dezenfekte ve arındırma işlemleri de onları ilgilendiren noktalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim tüm bu durumlar dışında yapılan diğer kurumlar ve oluşturulan diğer sağlık kuruluşları da dikkate değerdir. Burada en büyük rolü tüm yardımlarıyla birlikte Hilal-i Ahmer cemiyeti almaktadır. İnşa edilen Hilal-i Ahmer hastaneleri, pek çok hastanın iyileşmesinde yardımcı olmuş, pek çok yaralı askerin cepheye geri dönmesini sağlamıştır. Bu konuda Hilal-i Ahmer’e yardım eden, elinde bulunan imkânın az olmasına rağmen yine de elindekini veren halk da önemli bir rol oynamıştır. Toplanan bağışlar sadece tıbbi yardım olmakla kalmayıp, bir insanın ihtiyacı olan hemen her şeyi içerdiği için cephedeki sağlık hizmetleri büyük aksaklıklara mahal vermeden yürütülmüştür. Osmanlı Ordusunun sağlık hizmetleri, Birinci dünya savaşı öncesindeki savaşlar göz önünde bulundurulur ise; Balkan Savaşları ve Trablusgarp Savaşı’nda yaşanan aksaklıklar, hekim yetersizliği gibi konuların burada yaşanmaması halkın, Osmanlı kurumlarının ve Osmanlı ordusunun deneyiminden ve vatan sevgisinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.
DİPNOTLAR
- Tezkereci Erler; Savaş sahasında ya da cephe gerisinde yaralı askerlerin sedyelerini taşıyan erlerdir. Özellikle yaralıları kaldırma ve sargı yerlerine götürme konusunda birtakım eğitimlerden geçtikten sonra tezkereci er olabiliyorlardı.
- 1915 yılında henüz kan verme işlemi uygulanmadığı için yaralılara tuzlu su verilmiştir. Kan verme işlemi ilk olarak 1919 yılında uygulanmıştır.
- İlk defa 1848 yılında anestezik olarak İngiltere’de James Simpson tarafından kullanılmıştır. Ağır ve uçucu bir sıvı olan Kloroformun uyuşturucu etkisi olsa da zehirli bir organik bileşiktir.
- Dolaşım ve mide-bağırsak sistemi kaslarını gevşetmek amacıyla genel anestezi öncesi uygulanan bir gevşeticidir.
- Drenaj; Göğüs ya da karın boşluğunda toplanan sıvının boşaltılması işlemidir.
- Şok durumundaki bir kişi çok kan kaybettiği için tansiyonu düşüyordu. Tansiyon düşmesini önlemek ve şoka girmesine engel olmak amacıyla hastaya damardan tuzlu su verilirdi. Bu yöntem günümüzde de kullanılan bir yöntemdir..
- Etüv; kıyafetleri bit gibi haşerelerden temizleyen bir alettir. Basınçlı buhar ile her türlü haşereyi öldürebilen ve kıyafetleri mikroplardan arındıran bir temizleme aletidir.
KAYNAKÇA
Ø Çanakkale Acı İlaç: 18 Mart 1915-9 Ocak 1916, İstanbul 2005.
Ø Erdemir, Lokman, Çanakkale Bir Milletin Varoluş Destanı, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2011.
Ø Erduran, Behçet Sabit, 1915 Baharında Çanakkale, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2015.
Ø Göncü, Gürsel – Şahin Aldoğan, Çanakkale Savaşı Siperin Ardı Vatan, MB yayınevi, İstanbul 2006.
Ø Hart, Peter, Gelibolu, Alfa Tarih Yayınları, İstanbul 2014.
Ø Yay. Haz. Muzaffer Albayrak – Mustafa Çakıcı, Osmanlı belgelerinde Çanakkale Muharebeleri I, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara 2005.
Ø Aydın, Nurhan, “Çanakkale Savaşları’nda Sıhhiye ve Tahliye Hizmetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 77. Sayı, 26. Cilt, 2010.
Ø Esenkaya, Ahmet, “Çanakkale Muharebelerinde Cephede ve Cephe Dışında Sağlık Hizmetleri”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 10-11. Sayı, 2011.
Ø Kahraman, Senem Yiğit, “Çanakkale Eski Merkez Hastanesi”, Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 10-11. Sayı, 2011.
Ø Sınmaz Sönmez, Cahide, “Çanakkale Cephesinde Sağlık Kuruluşları ve Kızılay Arşiv Belgelerine Göre Hilal-i Ahmer Cemiyetinin Faaliyetleri” Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, 20. Sayı, 2016.
Ø Australian War Memorial Erişim: 31.05.2020
https://www.awm.gov.au/collection/C337616
https://www.awm.gov.au/collection/C203900
FOTOĞRAFLAR
Fotoğraf 1: Hastane gemisine bindirilmek üzere sahile taşınacak yaralılar (AWM arşivi)
Fotoğraf 2: Gelibolu’dan getirilen yaralı Anzac askerler Gascon hastane gemisinden Kahire’ye götürülmek üzere hastane trenine taşınıyor. Mısır/İskenderiye
Fotoğraf 3: 4. Tugayın hastane çadırları. Gelibolu,1915.
Fotoğraf 4: Çanakkale Merkez Hastanesi
Fotoğraf 5: Yaralı gazilerin Dersaadet’e vapurlarla gelişleri
Fotoğraf 6: Müttefik Kuvvetlerin hastane çadırı (AWM arşivi)
Fotoğraf 7: Sargı yeri
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nde 2016-2020 tarihlerinde Tarih Bölümünü bitirmiştir. Mezun olduktan sonra tarih alanında birkaç sitede yazıları yayınlanmıştır.
YORUMLAR
BU MAKALELERİ BEĞENEBİLİRSİNİZ