Köyden Kente Göç Nedir?
Bu satırları yazan kişi, okuyan kişi ve belki bu satırlardan haberdar bile olmayan kişi. Evet. Ben, sen, biz yani bütün insanlar. Hepimizin doğaya, toprağa, doğala ihtiyacı var. Peki biz nerede yaşıyoruz? Doğada hayvanlarla, ağaçlarla, otlarla mı yoksa betonlarla mı? Hayat betonlarda mı? Benim cevabım ‘hayır’. Hayat insanın ait olduğu toprakta, doğada. Bu satırlarda yaşantımızı sorgulayacak ve özümüze bakacağız.
Benim büyüdüğüm şehirde eskiden -Karaman, 1989’da Konya’dan ayrılarak il olmuş ve hala adı il olsa da şehir olma çabasındadır- çevre köylerde, ilçelerde tarım ve hayvancılıkla geçim sağlanırdı. Bizim köyümüz önceleri bir kasabaydı. Kalabalıktı ve herkesin geçimini sağlayabileceği durumu vardı, şartları iyi olmayan üç beş kişiye ise halk kendi arasında sahip çıkar kimseyi darda koymazdı. Belediye binasının giriş katı şimdilerde kahvehane ve bir bakkal işletmesinden ibaret. Sinema, okul, karakol, sağlık ocağı, marangoz, bakkal, terzi, nalbant, hırdavatçı… Anlayacağın, şehre gitmeye gerek kalmadan her şeyi kasabada halledebileceğin imkanlar vardı. Ta ki insanlar şehir hayatına özendirilene dek.
Yaklaşık 20 sene öncesine kadar bu köyde hala kalabalığı görebilirdiniz, en azından bayramlarda dolup taşardı köyün sokakları çocuk sesleriyle. Okulu açıktı, karakolu çalışırdı. İki tane bakkal işlerdi de ‘birine gidersek diğerine ayıp olur’ diye ya gizlice giderdik ya da diğerine de bir başka seferde uğrardık çocuk aklımızla. Bahçelerin arasında cırtatan otu (acı kavun) oynar acıkınca bir ağaçtan elma koparır bir bostandan salatalık aşırır oynamaya devam ederdik güzel köyümüzde. Kimse de sormazdı hesabını lokmalarımızın. Oyuncaklarımız yoktu fakat oyunumuz çoktu çünkü her şeyden oyun çıkarırdık, yaratıcıydık. Günebakanların sapından araba yapar yarışırdık, mısırdan bebekler yapar çamurla yaptığımız evimizde evcilik oynardık. Bir gün pasta şefi bir gün mimar olurduk sonra çamura bulanmış kıyafetlerimizle eve dönersek kızarlar diye dereye atlar bir güzel yüzerdik buz gibi suda. Şaşırtıcı olanı ise hiç hastalanmazdık bunları yaşarken çünkü her şeyimizle dirençliydik, doğaldık.
Bir ailede herkesin görevi vardı. Sabah gün doğmadan uyanan büyüklerimiz önce hayvanları besler sularını tazelerdi. Her evin mutlaka zararlı haşerelerden koruması için tavuğu, farelerden koruması için kedisi, güvenlik için köpeği olurdu. Annelerimiz kahvaltıyı hazırlar sonra ev ahalisi işine gücüne bakardı. Kimimiz hayvanlarını otlatmaya gider kimimiz tarlaya giderdi. Bütün gün işleriyle uğraşır gün batarken eve döner ve hayvanları tekrar gözden geçirir ardından akşam yemeğini yiyip günü kapatırlardı. Tek başına yapılması uzun sürecek olan işlerde komşular, akrabalar toplanır imece usulü dediğimiz şekilde birbirinin işini kolaylaştırırdı. Kim zora düşmüş, kimin başına ne gelmiş herkes birbirinden haberdar olur ve aralarında ona destek olunurdu. Bu arada çocuklar da her zaman oyun oynamazdı. Evin işlerine yardım ederlerdi. Akılları hep oyunda da olsa sorumluluk sahibi çocuklardı. Yapmaları gerekeni kaytararak da olsa yaparlardı. Bazen işi oyuna çevirir bazen işten sonra oynamaya devam ederlerdi.
Zaman geçtikçe insanlar köylerinden uzaklaşmaya başladı. Şehirde fabrikada çalışanlardan duyduklarına göre bu işler garantiydi, sigortalıydı. E çoluk çocuk da şehirde okursa daha iyi yerlerde olurdu, üniversite bile kazanabilirdi. Bir aile o sene bahçesini ekmedi, hayvanlarını sattı; iyi kötü bir para geçti eline ve şehre gitti, fabrikada iş buldu. Ucuz yollu bir apartman dairesine yerleştiler; çamur yok, tezek kokusu yok, toprakla uğraşmaktan çatlayan eller yok. Bir zaman sonra başka bir aile daha cesaretlendi ve daha iyi şartlarda olmak için şehre göç etti. Bir aile daha bir aile daha… Derken köyde neredeyse hiç kimse kalmadı yaşlılar dışında. Hatta onların çoğu da evlatlarının başında durmak ve torunlarına bakmak amacıyla yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştı.
Yıllar geçmekteydi ve yeni kavramlar kullanılmaya başlamıştı sosyologlar, şehir bilimcileri tarafından: ÇARPIK KENTLEŞME. Nasıl ortaya çıktı bu çarpık kentleşme tahmin edersin. Köy hayatından başka yaşam tarzı bilmeyen insanlar birdenbire şehirli (!) oluverdi. Alt katında oturan komşusunun üstüne sofra bezi çırptı, evin içinde ceviz kırdı, balkon teline suyu süzülsün diye bezdeki yoğurdu astı. Çamurlu ayakkabıları kapının önünde yığıldı kaldı. Bir zaman sonra herkes şehre geldi, halihazırdaki evler yetmedi, para da yetmedi. Derme çatma kulübeler yaptılar köylüler şehre ve böylece çarpık kentleşme kavramı ortaya çıkmış oldu. Elbette sadece fiziki koşullar bu kavramı beslemedi, sosyolojik açıdan da çarpık kentleşti köylüler. Onların bir suçu yoktu, sistem bunu istemişti ve istediğini aldı, alıyor. Toplumun ahlakı, vicdanı değişti. Bu sosyolojik boyutu bir başka yazımda ele alacağım.
Köyümün şimdiki haline dönecek olursak korku filmi çekmek için ideal, herhangi bir ihtiyaç anında şehre gitmeyi gerektiren ve düştüğün yerden kaldıran bir kişinin bile olmadığı harabe, kimsesiz bir yer haline geldi. Zengin toprakları tohuma aç, uzun çayırları hayvan sesine hasret öylece beklemekte biz şehirli köylüleri. Bir gün ‘köyden nereye’ bilemediğimiz zaman hepimiz özümüze döneceğiz ve bizi dört gözle bekleyen yurdumuzun gönlünü alacağız diye umuyorum.
Sözlerimin sonuna yıllar önce canım babamın kaleme aldığı ve köyümüzün dergisinde yayımlanan (Dergi çıkaran bir kasaba hayal edebildiniz mi? Bu bir zamanlar gerçekti.) şu şiiri eklemek isterim:
“YEŞİLDERE’M
Kayalıbük düzelir mi virajın?
Cami önündeydi eski garajın
Ne zaman yapılacak senin barajın?
Yeşildere’m seni ihmal ettiler
Yuvaderesi’ni seller almıyor
Garipleri çoktan beri gülmüyor
Başa geçen kadir kıymet bilmiyor
Yeşildere’m seni ihmal ettiler
Kalesi var ortasında dikilir
Tarlasına arpa buğday ekilir
Akan suya hep nankör mü bakılır?
Yeşildere’m seni ihmal ettiler
Saracaksa sıkı sarsın kolum
Nerden gitsem sana çıkar yolum
Biraz acı söylese de dilim
Yeşildere’m seni ben de ihmal ettim”
-Fehmi KOÇ
İhmal de etmiş olsalar bir gün köyünün değerini anlamış olanlar için…
(Devamı gelecek.)
Irmak KOÇ, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenim görmeye başlamıştır. Bununla birlikte ‘Yönetim Bilişim Sistemleri’ne kayıt yaptırmış ve halen bu iki bölümde uzatmaları oynamaktadır. Aynı zamanda kendisini gazetecilik/editörlük alanında da geliştirmeye çalışmaktadır.
YORUMLAR
BU MAKALELERİ BEĞENEBİLİRSİNİZ