tarihten.org

Moğol Devletlerinde Tarihçi ve Tarihçilik

Ertuğrul Öztürk Ertuğrul Öztürk 4.06.2023 0 YORUM 721 OKUNMA
Moğol Devletlerinde Tarihçi ve Tarihçilik

Müverrih Reşidüddin'in telif ettiği Cami’u’t-Tevarih kitabındaki Hülagu Han ve eşi Dokuz Hatun'un resmi

Moğol Devletlerinde Hükümdar ve Tarihçi İlişkisi

 

Öncelikle Tarih Yazıcılığının öneminden bir nebze bahsetmemiz gerekmektedir. Genel anlamda toplumların hafızası olarak kabul gören tarihin yazılı eserler vasıtasıyla gelecek nesillere aktarılması yoluyla devletleri yöneten yöneticiler, hükümdarlar ve de üst düzey bürokratlar geleceği tahmin etmeye çalışıp, tarihi olaylardan ders çıkararak gelecekteki kararlarını tayin ve tetkik etmeye çalışmışlardır. Tarih yazıcılığı geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemini korumakta hatta bilgi kirliliği çağında yaşadığımızı göz önünde bulundurursak artırmaktadır.

 

Moğol Devletinde yönetici konumunda bulunan Hükümdar ile Tarihçinin arasındaki ilişki Çingiz Han dönemine kadar götürebilecek kadar eski köklere sahiptir. Bu dönemde Çingiz Han’ın Şeceresinin yazılması ve Moğolların Kadim tarihinin gizli olarak kayda geçirilmesinin Tarihçi ve Moğol Hükümdarının ilişkisine bir örnek teşkil eder ve bizim Moğolların Gizli Tarihi kitabını incelememiz ve irdelememiz gerekmektedir. Çingiznameleri irdelememiz gerekliliği günümüzde dünya tarihçilerinin Çingiz Han’a bakış açılarının iki ana kategoride zuhur etmesinden kaynaklanmaktadır. Bunlardan ilki Çingiz Han’ı Asya’nın kurtarıcısı olarak ve ticaretin canlanmasına ve de kültürün aktarılmasını sağlayan bir lider olarak gören bir tarihçi güruhunun dahil olduğu kategoridir. Bunlardan ikinci kategori ise, Çingiz Han’ı vahşi ve kan döken acımasız bir hükümdar ve kültürel gelişimi baltalayan bir insan olarak gören tarihçiler güruhunun kümelendiği ve dahil olduğu kategoridir. 

 

Türklerin de yaşamış olduğu coğrafyada zuhur eden bu imparatorluğun kendine koymuş olduğu hedeflerinde muvaffakiyete ulaşması için bölgenin en kalabalık halkı olan Türkleri de yanlarına çekmek suretiyle, tek bir sancak altında birleştirmek oldukça önemliydi. Bu zaruriyetten ötürüdür ki biz, bazı Çingiznamelerde Çingiz Han’ın soyunun Oğuzlara dayandırıldığını görmekteyiz. Moğolların ve Moğol Devletinin istikbali için bu görünen ve aleni olan tek olur yoldu. Bunun içindir ki Moğol tarihçileri Çingiz Han’ın bu politikası ve öngörüsü ışığında Türklerde geçmişten beri anlatılan, destanları ve hikayeleri dinlediler ve bunları Moğollarla Türkleri yaklaştırmak için kendi çıkarlarına göre uygun[1] bir biçimde uyarladılar. Günümüzde hiçbir Moğol Tarihi çalışan tarihçi bu Çingiznamelerin, Moğolların gerçek düşüncelerini yansıttığını iddia etmemektedir. Bu da Moğollardaki tarihçilik anlayışına bir hüzme de olsa ışık tutmaktadır[2]. Genelde Moğol tarihçileri Moğol Devletinin âli menfaatlerine[3] uygun bir şekilde, belli politik bir amaç ve hedefledikleri istikbal doğrultusunda kültürü ve nüfuzu yoğun olan kültürleri yanlarına çekmeye çalışma gayreti içerisinde bulunmuşlardır. Çingiznamelerde, yoğun bir Türk etkisinin görülebildiğini belirtmemizde yarar vardır, hatta öyle denilebilir ki, Oğuznamelerin devamı niteliğinde oldukları bile söylenebilir. 

 

Bilindiği üzere Çingiz Han’ın soyu ve Moğol Devletinin ve Toplumunun tarihi hakkındaki en temel kaynağımız 1240 dolaylarında yazılmış olduğu iddia edilen Moğolların Gizli Tarihi adlı eserdir. Bu eserde Çingiz Han’ın atalarından, onun ortaya çıkışından ve dahi oğlu olan Ögeday Han’ın Hanlık dönemi detaylı bir şekilde anlatılır[4]. Kuvvetle muhtemeldir ki Moğolların Gizli Tarihinden sonra yazılmış olan birçok Moğol Tarihini anlatan eser ve Çingizname de bu eserden etkilenmiştir ya da Moğolların Gizli Tarihi kopyalamışlardır. Moğolların Gizli Tarihi eserinin tesiri ile birlikte yazılmasında Budistlerin de müessir olduğu bir diğer önemli ve başlıca kaynağımız ise 17. Yüzyılda kayıt altına alınan Altan Topçi adlı Çingiznamedir. Bu eser’in daha başlangıç kısmında Çingiz Han’ın atalarını Budist Krallara[5] dayandırması çok da şaşılacak bir durum değildir, çünkü biraz önce Moğol Tarihçilerinin devletin âli menfaatleri doğrultusunda Çingiz Han’ın soyunun Oğuzlara dayandırıldığını gördük. Bu durumda da Çingizlilerin 17. Yüzyılda Lamaizm ve Budizm tesiri altında kalmalarından öte gelen sonuçlardan ötürü, kendilerini Budistlere sosyolojik olarak yakınlaştırmak minvalinde yaptıkları bir değişikliktir ve biz bu tarz farklılıkları Çingiznamelerde ve Moğol Tarihçilerinde göreceğiz. İlk olarak ele aldığımız Moğolların Gizli Tarihinden sonra İran topraklarının Moğolların yönetimine geçmesiyle beraber, Moğol Devleti, İran topraklarını yönetmelerine yardımcı olabilecek parlak ve dönemin etkin aile ve şahıslarıyla işbirliği halindedir ve bunlardan ve en önemlilerinden biri de Alaaddin Ata Melik Cüveyni’dir. Alaaddin Ata Melik Cüveyni, Moğol İmparatorluğunun bir bürokratı ve aynı zamanda da resmi tarihçisidir. Cüveyni tarafından kaleme alınan Tarih-i Cihan Güşa’nın Çingizli Devleti hakkına biz tarihçiler için çok kıymetli bilgiler verdiğini görmekteyiz[6]. Ancak Cüveyni’nin kendisi Müslüman olduğundan ötürü yazdığı eserlerde, Çingiz Han’ı ve onun oğlu Ögeday Hanı ve de onların yönetim zamanlarında olan olayları anlatırken, onları sanki birer Müslümanmış[7] gibi tavsir etmesi onlar hakkındaki aleyhtarlığını ortaya koymaktadır. 

                                                               

                                      Görsel 1.1: Moğolların Gizli Tarihi adlı eserin orijinalinden bir kısım.

Halihazırda İran Bölgesindeki Moğol varlığına değinmişken, İran topraklarında İlhanlı dönemi öncesi Tarih Yazıcılığının durumuna da değinmemiz gerektiğini düşünmekteyim. İlhanlı dönemi öncesi İran topraklarındaki Tarih yazıcılığının ve tarihi eserlerin oldukça eksik ve az olduğunu görmekteyiz. İslam’ın İran bölgesinde nüfuzunu arttırmaya ve de kültürel ve günlük yaşama sirayet etmeye başlamasından sonra İran’da tarihi eserlerin yazılması, Abbasilerin güç kaybetmesinden ötürü, İran topraklarında Tahiriler, Saffariler, Ziyariler ve Büveyhiler gibi yeni yeni zuhur etmeye başlayan yerel hanedanlıkların döneminde artış göstermeye başlamıştır. Ancak bu eserlerin, yerel olan yukarıda saymış olduğumuz hanedanların tarihi olmalarından mütevellit, bu eserler hem yerel hem de hanedan tarihi eseri niteliği taşımaktadır. İranda büyük ve güçlü devletlerin kurulmasıyla paralel ve doğal olarak bu topraklarda tarih yazıcılığının artması beklenirken, çok tuhaftır ki, Gazneliler ve Harezmşahlar döneminde yazılan eserlerin sayısı oldukça kısıtlı kalmış ve bunların da bir kısmı günümüze intikal etme başarısına nail olamamışlardır. İran topraklarındaki vuku bulan vakıaların neler olduğunu ve nasıl zuhur ettiklerini biz daha sonra bu bölgelerde hüküm süren İlhanlılarla başlayan devletlerin tarihçileri ve bu devletin icraatleri sayesinde görmekteyiz. Özellikle bu konuda İlhanlılar yeri çok özeldir. 

 

İlhanlı dönemi tarih yazıcılığının başlangıç noktası malumdur ki, Moğolların İran’ı istilasıdır. Bu istilanın ardından tarih yazıcılığı geleneği önemli ölçüde, tarih yazıcılığı açısından olumlu anlamda değişime uğramıştır. 1258 tarihinde Abbasi Hilafetinin ortadan kaldırılması olayından, İran topraklarında yönetimin Safevilerin eline geçmesi arasında geçen zaman diliminde İran sahasındaki Tarih yazıcılığı önemli ölçüde gelişme göstermiştir. Temel olarak bakıldığı zaman İran bölgesindeki İlhanlı öncesi tarih yazıcılığı hakkında, İlhanlı dönemi ile kıyaslanırsa, İlhanlı döneminin o zamana dilimine kadar olan bütün dönemlerin tarih yazıcılığından daha büyük bir inkişaf halinde olduğunu ve Tarihçiliğin zirve noktasına ulaştığını söylememiz gerekmektedir[8]. İlhanlıların hakimiyeti döneminde kaleme alınan eserlerin hem nicelik bakımından hem de nitelik bakımından gerçekten de hayrete şayan olduğunu söylememiz gerekmektedir. Ancak İlhanlı Devleti devri ile diğer devirlerin tarihçilik yazıcılığı ve anlayışları arasındaki farkları tespit ve tayin etmemiz gerekmektedir. Öncelikle, farklar şu şekildedir; 

 

1-      Kaynakların Farsça yazılması

2-      Eserlerin süslü bir dille kaleme alınması

3-      Yazılan eserlerin nitelik ve nicelik bakımından üstün olması

4-      Manzum Tarih Yazıcılığı

5-      Müverrihlerin Devletin üst kademelerinden olmaları

 

Kaynakların Farsça yazılması huşunda belirtmemiz gereken önemli bazı noktalar vardır. İlhanlı dönemi tarih yazıcılığının en önemli özelliği, eski dönemlerde İran topraklarında yazılan eserlerin çoğunun Arapça olması Farsça lehine dramatik bir şekilde değişmiştir. Moğol Devletinin Hükümdarlarının Tarihçilerle nasıl bir ilişkide olduğu konusunda çok önemli bir nüans barındıran bu değişim, Moğol Hükümdarlarının tıpkı Çin topraklarında yaptıkları gibi, Bilim ve İlim adamlarını desteklemeleri ve onların kendi dillerinde ve Moğolların hakkında eserler vermeleri ile sonuçlanmıştır, ve yalnızca kendi haklarında olan eserlere destek vermekle kalmayıp aynı zamanda diğer konularla alakalı eserlerin de teşvikinde önemli rol oynayan Moğollar, bu sistemin aynısı, İran topraklarında da işletmişlerdir. Böylelikle Farsçanın bir nevi yeniden inkişafında da rol oynamışladır. Ancak Farsçanın inkişafın tek sebebi Moğolların bu sistematik politikası değil, Hülagu Han’ın İran coğrafyasını ve Ortadoğu seferlerini zorlaştıran Halife’nin Moğollara itaatsizliği önemli bir etkendir, bu sebeptendir ki, neredeyse asırlarca kullanılan Arapça yerine Farsçayı teşvik etmeyi uygun görmüştür. Gene asırlarca kullanılan Arapça yerine İlhanlı Devletinin resmi dili olarak Farsçayı tercih etmiştir. 

 

Eserlerin süslü ve ağdalı bir dille yazılması durumunun da izahatı şu şekildedir; Genel anlamda dönemin eserlerinin en önemli ve göze batan özelliği onların süslü ve cümle yapısı olarak komplike bir şekilde yazılmasıdır. İlhanlı devrinde tarih yazıcılığı açısından dilin ağladı olmasının sebebi müverrihlerin, yazdıkları eserleri dönemin üst zümresinin anlayabileceği şekilde dile getirmesi isteğidir. Burada müverrihlerin üst tabaka tarafından beğenilme arzusu olarak yorumlanabilir. Bu iki özelliği en belirgin şekilde taşıyan eser olarak karşımıza Tarih-i Vassaf adlı tarih kitabı çıkmaktadır. Bu külliyat iki eserden oluşmaktadır; Tecziyetü’l-Emsar ve Tecziyetü’l-A’sar’dır. Genel anlamda bu eserde bashedilen tarihi olayların ehemmiyeti kullanılan süslü ve ağladı dile tercih edilmiştir. Kitabın müellifi Şerefüddin Abdullah’tır ve onun mahlası da Vassafü’l-Hazre’dir ve bu kitap külliyatının adı da o yüzden Tarih-i Vassaf’tır. Yukarıda yazarların bu eserleri üst tabakaya beğendirme çabasından daha önemli bir sebep olarak, Moğolların Arapçanın kullanımını tasfiye etmesi ve İran bölgesindeki eserleri Farsçaya transfer etme çabalarıdır. Yazımızın geride kalan kısımlarında bahsettiğimiz üzere İlhanlı devrinden önce eserlerin yazımında kullanılan eserler genelde arapça olduğundan kitap müellifleri yüzyıllar süren Arapçanın tesirinden kurtulamamış ve Arapça tamlamalar, deyimler ve ayetlere oldukça fazla yer vermişlerdir ki, Arapça ile birlikte bölgedeki Türk tesirinin de bir getirisi olarak eserlerin içerisinde Türkçe kelimeler de kendilerine yer bulmuşlardır. 

 

İlhanlı döneminde İran bölgesinde kaleme alınan eserlerin nitelik ve nicelik bakımından geride kalan devirlerden fazla ve üstün olması, geçmiş dönemlerle İlhanlı döneminin ayrışmasını belirginleştiren faktörlerden birisidir. Bu dönemde kaleme alınan eserlerin çokluğu ile paralel olarak müelliflerin de sayısında bir artış yaşanmıştır. İlhanlıların, Reşidüddin’in Cami’u’t-Tevarih adlı eserinin yazılması için 60 kişilik bir müverrih heyeti oluşturması da Moğolların tarihçilerle olan ilişkilerine verilebilecek en güzel örneklerdendir. Hatta, Şemseddin Kaşani, Reşidüddin’in bu eseri nasıl telif ettiğini ve ederken neler yaptığını şu dizelerle anlatmaktadır; 

 

Akıllı ve bilgili aksakal Türklerden / Tarihçi ve bilen halktan

Tamamen doğru olan sözleri sordu / Her yerden bölüm bölüm elde etti

Türklerden olan her emir ve önder yanında / Bu konu hakkında bir defter vardı

Onların hepsinden talep edip anlattı / Aklını kılavuz olarak kullandı

Muhakkak Türk ve Fars yazarlardan / İki kere otuz idiler.

 

Kaşaninin bu dizelerinden de anlayacağımız üzere o dönemde İlhanlı sarayında çalışan ve eser telif etme yolunda çaba sarf eden kalabalık bir müverrih topluluğu bulunmaktaydı. Bu da İlhanlıların Tarihçilerle olan ilişkilerine güzel bir örnek teşkil etmektedir. 

            

İlhanlı döneminde müverrihlerin telif ettiği tarihi eserlerdeki bu artışın sebebi şüphesizdir ki, Moğol hükümdarlarının tarihe verdiği önem ile alakalıdır. Temelinde Moğolların tarihle bu kadar haşır neşir olmalarının sebebi, kendi soylarını ve onların yapmış oldukları muazzam işleri tanıtma ve kalıcı kılma isteğiydi. Bu dönemde, İlhanlı devleti özelinde Moğolların tarih yazıcılığına vermiş oldukları önem, o dönemde telif eserlerin sayısının çok fazla artmasına ve dolayısıyla da, Reşidüddin ve Cüveyni gibi büyük tarihçilerin yetişmesini ve bu vesileyle de, bu dönemin bütün dünya tarihçileri açısından tarih yazıcılığı özelinde önemli bir dönem olduğu konusunda hemfikir olmalarına yol açmıştır.

 

Manzum Tarih Yazıcılığı hususunda da izahat’a ihtiyaç duyulan noktalar mevcuttur. Bunlardan ilki, İlhanlı döneminde telif edilen eserlerin, telifleri sahfasında kullanılması zaruri görülen yeni üslup ve yazım yöntemlerinin ortaya çıkmasıdır. Bunların başında da nazım ile yazılan eserlerin telif edilmeleri gelmektedir. Bu durumda da Firdvesi’nin Şehnamesinden ilham alma durumu söz konusudur. Örnek vermek gerekirse Kazeruni adlı bir şair Şehname adlı eserinde Hülagu Han’ı methetmiştir. Üç cilt olarak telif edilen bu eser Hülagu Han tarafından çok beğenilmiş ve yazara bir maaş bağlanmış ve yüklü bir ödenek verilmiştir. İlhanlı Hükümdarı Gazan Han’ın yönetimi dönemimde, tarihi kitap neşreden bir diğer müverrih ise Ebü’l-Fetih Melikşah’tır. Ahmed-i Tebrizi Cengizname adında bir eser kaleme almış ve Cengiz Han ve soyunu yaklaşık 18 bin beyitte anlatmıştır.

            

İlhanlı Devletinde tarih kitaplarını telif eden müverrihler’in büyük çoğunluğunun devletin üst tabakalarından olması durumunu, bu üst kademe bürokratlarının, Moğol hükümdarlarıyla sıkı ikili ilişkilerine bağlamamız mümkün görünmektedir. Bu ikili ilişkilerin sıkılığından ötürüdür ki Moğol Hükümdarların istekleri ve emirleri doğrultusunda onların soylarını kaydetme ve gelecek nesillere aktarma görevini üstlenmişlerdir ve bu karşılıksız bir durum da değildir ki, bu yüksek tabakadan genelde bürokrat kesimden çıkan müverrihlerin bu hizmetleri karşılığında oldukça bol keseden ödüllendiriklerini yazımızın geride kalan kısımlarında aktarmıştık. Moğol Hükümdarlarının bu tarihi kayda geçirme merakları sayesinde İran bölgesine oldukça yerleşik bir telif eser üretme geleneği oluşmuştur. İlhanlı döneminde sarayda görev alan bu üst düzey büroktralar arasından çıkan müverrihlerin diğerlerine karşı avantajı Moğol hükümdarlarıyla sıkı ilişkilerinden ötürü saraydaki arşivlere ulaşabilme keyfiyeleri idi. Bu aktardığımız bilgilerden, telif edilen bu eserlerin yalnızca Moğol hükümdarlarının soylarını anlattıkları anlaşılabilir ancak bu bir yanılsama olacaktır. Buna bir örnek vermek gerekir ise, Cami’u’t-Tevarih kitabı yerinde bir örnek olacaktır. Cami’u’t-Tevarih adlı eserde Türklerden, Çinlilerden, Araplardan(İslam Tarihi için önemli başvuru kaynaklarından biridir), Frenklerden, Rumlardan ve Hintlilerden de bahisler geçmektedir. 

                                       

                        Görsel 1.2: Reşîdüddîn Hemedanî'nin Cami’üt-Tevarih'inden bir minyatür, (yak. 1335), 7. İlhanlı                             Hükümdarı Gazan Han'ın İslama dönüşünü tasvir eden bir minyatür.

 

İlhanlılar’ın tarihi eserlerin İran topraklarında muazzam derecede artışında müessir olmalarından sonra, Moğolların Cuci koluna mensub[9] olan, gençliğinde iyi bir eğitim almaya haiz ve Türkçeyle birlikte Farsçaya da hakim olan Timur’un da bu geleneği devam ettirmesi ve ilim adamlarını teşvik ve himaye etmesi onun döneminde de birçok müverrihin yetişmesine sebebiyet vermiştir. Timur’un tarihe olan aşırı merakı, onda, onun seferlerinin de tarihe geçmesi isteğini uyandırmış ve katıldığı seferlere Uygur ve İran kökenli katiplerin de katılmasını sağlamış ve onların seferlerini kayda geçirmelerine olanak sağlamıştır. Ancak Timurlular dönemi ile İlhanlılar dönemi arasındaki en belirgin özellik Timur döneminde müverrih kesimin, artık devletin üst düzey yetkilileri olmalarından çıkmış olmaları ve daha çok sivil bir mahiyet kazanmış olmasıdır.

 

Görsel 1.3 : Cami’u’t-Tevarih'in ilk ve son sayfaları

 

 

Görsel 1.4 : Cami’u’t-Tevarih kitabından minyatürlü bir sayfa

 

 

KAYNAKÇA 

 
[1] Gömeç, Y., Saadettin, Çingiz-Nâmeler Üzerine Bir İnceleme: Çingiz Han’ın Soyu ve Mogol Tarihinin İlk Devirleri, Belleten

[2] Cengiznâme, Haz. B. Şişman, Samsun, 2009

[3] Gazi, Özgündeli, Osman, Moğollar, İslam Ansiklopedisi

[4] Moğolların Gizli Tarihi, Çev. Mehmet Levent Kaya, 2018

[5] Altan Topçi (Moğol Tarihi), Çev. T. Gülensoy, Ankara 2008

[6] Gömeç, Y., Saadettin, Çingiz-Nâmeler Üzerine Bir İnceleme: Çingiz Han’ın Soyu ve Mogol Tarihinin İlk Devirleri, Belleten

[7] Alaaddin Ata Melik Cüveyni, Tarih-i Cihan Güşa, Çev. M. Öztürk, (2. Baskı), Ankara 1998

[8] Khelejani, H. Ahmad, İlhanlılar Dönemi Tarih Yazıcılığının Özellikleri, 2018

[9] Cengiz İmparatorluğu, Çev. A. Danuu, İstanbul 2012

[10] Aramca World Magazine, XXXII/1, New York 1981, sf. 7

Ertuğrul Öztürk
Kaleme Alan Ertuğrul Öztürk

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Tarih Lisansını tamamladıktan sonra, Polonya'da Kazimierz Wielki Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler'in Tarihi yoğunluklu dersler aldı. Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesinin Sümeroloji Yüksek Lisans Programında 1 yıl eğitim aldıktan sonra, aynı kurumda bulunan Ortaçağ Tarihi Yüksek Lisans programına geçiş yapan Ertuğrul Öztürk, şu an tez aşamasında eğitimine devam etmektedir.

YORUMLAR

Fikirleriniz bizim için değerlidir, bizimle paylaşabilirsiniz...

BU MAKALELERİ BEĞENEBİLİRSİNİZ