Karl Marx'ın Tarihçilik Anlayışı ve Marksist Tarihçilik
Karl Marx'ın Tarih Anlayışı ve Marksist Tarihçilik
Marksist Tarih anlayışına giriş yapmadan evvel, Marx’ın hayatından kendi özelinde bahsetmemiz gerekmektedir. Marx, 1818'de, Prusya Krallığına bağlı olan Trier'de, Yahudi bir aile olan, Heinrich Marx ve Henrietta Pressburg'un çocuğu olarak dünyaya geldi. Marx Bonn Üniversitesinde babasının hususi teşvikleriyle hukuk eğitimi alırken, Üniversitenin Taverna Kulübü, İçki İçenler topluluğuna katıldı, hatta bir dönem topluluk başkanlığı bile yaptıktan daha sonra, babası oğlu Marx’ın kötü alışkanlıklar edinmesinin önüne geçmek ve daha entelektüel bir çevrede bulunmasını sağlamak amacıyla onu Bonn üniversitesinden alıp, Berlin üniversitesine yolladı. Berlin Üniversitesinde arkadaş etrafından etkilenmeyi bırakıp ortamın entelektüel havasına uyum sağlayarak düşünce alanına keskin ve direkt bir giriş yaptı. Marx'ın Tarih anlayışının ilk nüveleri Berlin Üniversitesinde tesiri altında kaldığı materyalizm paradigmalı düşünceler yoluyla atıldı.
Marksist Tarih Anlayışı genel anlamda, Tarihsel Materyalizm kuramına dayanır ve bu kuram uygulayıcısına üretim ilişkilerine ve dolayısıyla da ekonomik dinamizmin esas olduğu ve tarihin maddi koşullara göre belirlendiği savını sunar. İnsanlar öncelikle yemek, barınmak, içmek, giyinmek gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere diğer insanlarla iletişime geçer ve bu da ekonominin temelini oluşturan unsur olduğundan marksist tarih anlayışını da bu düzleme oturtur.
Marx ve Engels’e göre herşey maddi ve ekonomik etkileşimler sonucu oluşmuştur ve oluşmaya devam edecektir, tarihteki hiçbir başka etken veya doğaüstü güç bunu etkileyemeyecektir. Marksist tarih felsefesi Hegel’in izlerini taşır ancak Hegel’de olduğu gibi tarihin öznesi akıl ya da dünya tini değildir. Marx için de tarihte bir akıl vardır ama bu akıl bir töz değil, aksine maddi ilişkilerin belirlediği bir bilinç durumudur. Marx varlığı ve tarihi belirleyen şeyin bilinç değil, tam tersine bilinci belirleyen şeyin varlık ve toplum olduğunu söyler. Yani tarihi belirleyen şey, tinsel bir töz değil maddi ilişkiler ağı olarak belli paylaşımlarda ve çıkar birlikteliklerinde bulunma zorunluluğu mevcut olan toplumun sosyo-ekonomik yapısıdır. Üretim ve Tüketim merkezli bakış açısı tarihteki isyanları ve ayaklanmaları ve bunlara ilaveten savaşları tamamen ve yalnızca ekonomik ve maddi sebeplere bağlar. Bu argümanını da insanın doğası gereği materyalist, pragmatist, gerçekçi ve duyarlı nesnel bir canlı olduğu savından yola çıkarak inşaa ettiği fikirler bütünüyle destekler. Marksist tarih anlayışına göre, toplumsal düzen her zaman üretim araçlarına sahip olan egemen sınıf ya da sınıflar ile bu araçlara sahip olamayan sınıflar arasındaki ilişkiler tarafınca belirlenir. Marksist tarih anlayışına göre, Tarih özellikle özel mülkiyetin ortaya çıktığı zamandan beri kesintisiz bir sınıf savaşları tarihi olagelmiştir.
Yukarıda da değindiğimiz üzere, Marx’a göre insanın aslında bir özünün var olmadığını ve öz denilen olgunun toplumun bir ürünü olduğunu savunması, Marksist Tarih anlayışının, bu anlayışı geliştirmek için kendi külliyatında barındırmış olduğu insan doğası kuramından faydalanır. Karl Marx’ın bu düşüncelerinden yola çıkarak dile getirdiği şu cümleler onun tarihe bakış açısının ve Marksist Tarih anlayışının çok önemli bir yansımasıdır. “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir. Özgür insanlarla köleler, patrisyenlerle plebler, baronlar ve serfler, lonca mensubu yurttaşlarla kalfalar, kısacası ezenlerle ezilenler arasında her zaman çelişki vardı, bunlar birbirlerine karşı kah gizli kah açık kesintisiz bir mücadele yürüttüler, her defasında tüm toplumun devrimci bir dönüşümüyle veya mücadele eden sınıfların beraberce çöküşüyle sonuçlanan bir mücadeleydi bu.”. Buradan hareketle Marx, insanlığın geçirdiği evreleri şu şekilde gruplandırmıştır: Kandaş kabilelerin göreceli eşit mensupları olarak avcılık, çobanlık ve tarım yaptıkları dönem, Köleler olarak büyük toprak ve sermaye sahiplerinin malikane ve atölyelerinde çalıştırıldıkları dönem, Toprağa bağlı köylüler olarak küçük tarlaları ailecek işleyip elde ettikleri mahsul üzerinden, arazinin yüksek mülkiyetini ellerinde tutan bir askeri aristokrasi mensuplarına veya onların devletine vergi-rant ödedikleri dönem, Sanayi işçileri olarak, başkalarına ait fabrika, maden vb. işletmelerde herhangi bir siyasi-hukuki zorlama olmadan ücret karşılığı emeklerini kiraladıkları dönem ve son olarak Marx'ın ideal dünyasının gerçekleşeceği dönem olan Herkesin eşit paylaşımla yaşayacağı sosyalist dönem.
Marx’ın bu görüşlerinden de anlayabileceğimiz gibi, Marksist tarih anlayışının temel çıkış ve dayanak noktası Materyalizmdir. Yazımızın geçmiş bölümlerinde de belirttiğimiz üzere İnsanların diğer insanlarla olan, ihtiyaç temelli ilişkileri Marksist tarihçiliğin çıkış noktası olarak gözümüze çarpmaktadır. Bütün bunlara rağmen Marksist tarih anlayışı diğer anlayışlara mensup olan tarihçiler açısından sadece iktisadi tarihi göz önünde bulundurarak tarihin diğer etki üreten faktörlerini geri plana atmakla suçlanır ancak bu suçlamalara rağmen daha sonra ortaya çıkacak olan Toplumsal Cinsiyet Tarihi, Feminist Tarih, Post-Kolonyal tarih gibi alanlar Marksizmin bu bahsedilen yaklaşımlarından oldukça yararlanır.
Marksist Tarih Anlayışı da Tarihçileri, halkın hakiki ilişkilerinden bahsetmeyerek insanları devletlerinin diğer devletlerle olan dramatik ilişkilerine mahkum eden bir şekilde anlatmasını eleştirir. Marx ve ardından gelenler kültür, dil, idealizm, bütüncül tarih ve sınıf gibi esas konularla ilgili pek çok yazı kaleme almışlardır. “Herhangi bir insan topluluğunun üyesi olmak kendini, onu reddederek olsa bile geçmişine göre konumlandırmak demektir. Dolayısıyla geçmiş, insan bilincinin sürekli bir boyutu; insan toplumunun kurumları, değerleri ve diğer kalıplarının kaçınılmaz bir bileşenidir. Tarihçileri önündeki problemde, toplumdaki bu “geçmiş duygusu”nun doğasını analiz etmek ve bu duygudaki değişiklikler ile dönüşümlerin izini sürmektir.” Hatta Marksist Tarih Anlayışının en önemli etkilerinden biri olarak sayılabilecek aşağıdan yukarıya tarihçilik de, Christopher adlı İngiliz bir tarihçi tarafından başlatılmıştır. Bu etki ve hareketin başlamasındaki sebep ise aşağıdan yukarıya tarih anlayışı ile tarih yazarken İngiliz radikalleri olan Leveller’lar ve Digger'ları merkezine koyarak yazmasıdır. bu bilinmeyen insanların etkilerini merkeze alma durumu ilerleyen dönemlerde sembolik kişiler tarafından olmasa bile sıradan insanların da birşeyleri değiştirebileceği ve hatırlanabileceğini vurgulamak ve sıradan insanlara varlıklarının ve düşüncelerinin etkisinin olduğunu aktarma ve öğretme çabasıdır.
KAYNAKÇA
1 Isaiah Berlin, Alan Ryan, Karl Marx: His Life and Environment, 1996
2 Marx, Karl, Theses On Feuerbach, Moskova, böl. 6, nu. 1-2, 1996
3 Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto, çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018
4 Eric J. Hobsbawm, Tarih Üzerine, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999
5 Harvey J. Kaye, İngiliz Marksist Tarihçiler, İletişim Yayınları, çev. Arife Köse, İstanbul, 2009
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Tarih Lisansını tamamladıktan sonra, Polonya'da Kazimierz Wielki Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler'in Tarihi yoğunluklu dersler aldı. Ankara Üniversitesi, Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesinin Sümeroloji Yüksek Lisans Programında 1 yıl eğitim aldıktan sonra, aynı kurumda bulunan Ortaçağ Tarihi Yüksek Lisans programına geçiş yapan Ertuğrul Öztürk, şu an tez aşamasında eğitimine devam etmektedir.
YORUMLAR
BU MAKALELERİ BEĞENEBİLİRSİNİZ